16 Aralık 2012 Pazar

16 yıl önce...16 Aralık'ta..




Sofrada balık vardı..Oturmuştuk yere .Yerdeki sofranın çevresine sevdiklerimiz, gözünün içine bakıp iyiliğini istediklerimiz sıralanmıştı. Çorbalar içildi, balığa geldi sıra..Balık yemek zordu, küçücük bir kılcık takılıverirdi boğazına bazen insanın. Bazen de boğazına dururdu her yemek insanın…Şiddetli bir öksürük nöbeti geçirip, bir damla nefese hasret sevdiğinizin gözlerine bakarken ne yemek gelirdi aklınıza, ne balık, ne ekmek, ne su..

Usulca çekildi sofradan, kalktı yerine uzandı..Sırt üstü yattı önce, sonra arkasını döndü..hiç saçı kalmamıştı başının arkasında..Başının arkasındaki boşlukta dalga dalga, gür saçlarını hayal ettim önce..Sonra sırt üstü yattı yine..Nasıl erirdi insan dört ayın içinde..İncecik, çelimsiz bir kız çocuğu kadar kalmıştı adeta..Sağ elini kaldırıp, kanepenin kenarına koydu, o derin derin nefes almaya çalışırken, önce gözlerimiz çekildi sofradan, sonra ellerimiz..Onun her bir nefes için yakarışı, bizim içimize düşen bir kor ateş oldu adeta..Bilir misiniz ne demektir, en sevdiğiniz gözünüzün önünde erirken sizin sadece seyretmek zorunda olmanız..Bilir misiniz, canınızı bile vermeye hazırken, bir damla nefes bile verememiş olmanız..Ne sofra kaldı, ne ekmek, ne balık..Öylece ortada kendi kendine soğudu yemek..Bizim içimiz derin bir ateşle yanarken..

Doktora haber edildi hemen, yedi nefes başında çırpınırken, bir damla nefes için çırpınana..Doktoru geldi, baktı, dinledi, gençti, yerinde bile duramayan bir doktordu, ama hayır, onunda yoktu işte verecek bir damla nefesi..

Hemen hastaneye kaldırmamız lazım dedi, solunum yetmiyor artık..Apar topar götürdüler, eşi ve kız kardeşi nezaretinde. Biz kaldık evin içinde iki kız… Yaşlı bir anneanne ve biri onbeş diğeri yedi yaşında iki emanetle..Üçüncü emanet ise çok uzaklardaydı, ekmeğinin derdinde..

Sabah oldu, gün doğdu..Kimine şimşek hızı ile geçti, kimine bir asır kadar uzun..İyi haber bekleyen için hep uzundur her dakika..Akşamı zor ettim..Cep telefonu yok o zamanlar..Bütün gün hastaneden ve o servislerin çoğu zaman açılmayan telefondan haber almaya çalıştım..Çocukları gelmişti yanına..Küçük oğlunu almamışlardı...Nefesi düzensizdi..Kan kalmamıştı bedeninde..Sürekli kan veriliyordu..Kalbi yetişmeye çalışıyordu bu insan yapısı müdahaleye…Annem başındaydı, eşi kapı önünde beklemede..

 İş çıkışı..Hava çok soğuk..Kolay değil kışın ortası..Aralık ayının 16’sı..Kardeşimle buluştuk hastaneye gitmek için..Haber yok..Telefon yok..Minibüs yok..Ne kadar bekledik kim bilir. Zaman bazen bütün anlamını yitiriyor..Hastane yolu uzadı, diller sustu, yürekler dua etti..

Yokuş..kocaman bir yokuş hastaneye inen yol..Biz koşarcasına inerken o yokuşu, ağır ağır çıktı araba yokuştan..Bu plaka..Yabancı değil..Bu araba..hiç değil…Ya o önde oturan adam..Neden ağlıyor hıçkıra hıçkıra..Araba yanımızda durdu..Soğuk değildi bu defa içimizi donduran...Gözyaşları içinde söylenen birkaç kelimeydi sadece bizi bizden alan…Kaybettik, annenizi teskin edin..

Araba uzaklaştı, biz kalakaldık karanlığın ve soğuğun ortasında..Kardeşime baktım, yok dedi yanlış anladık bence…

Koşarak girdik hastaneye, nöbetçiye aldırmadan, asansöre binmeyi bile akıl edemeden..Gündüzden ezberlemiştik sanki o servisi, o odayı..Hızla yukarı koşarken gördük onu..En yakın aile dostları..Durdu karşımızda ve tekrar etti o kanımızı donduran cümleyi..Başınız sağ olsun..

Odasına koştuk dinlemeden, duymadan, inanmadan..Boş yatağa baktık önce, sonra da yavaşça ilerledik karşı odadan gelen sese…Annem çırpınıyordu, annem ağlıyordu, annem sanki her damlada eriyor, bitiyor, eksiliyordu..Bir kanadı kırılmıştı, kolay mı..Canı, can yoldaşı, hayatının en önemli insanı, iyi günde kahkahasının, kötü günde derdinin ortağı, kız kardeşi, ellerinin, avuçlarının, sevgisinin kurtarmaya yetemediği fedakâr insan, yürümüştü nurdan bir cennetin içine..Bizi cehennemin en derinine atarak..

Ağladık, çırpındık ne çare..Her dakika, bu anın korkusuyla geçmiş tam 6 yıl..Kâh iyi olmuş, kâh ağrılar içinde kalmış, taşıdığı bebeğinin hatırına hastalığının ilerlemesine aldırmamış, kocaman bir yürek, kocaman bir anne, kocaman bir teyze..

Çaresiz ve bomboş ellerle döndük eve..Asıl büyük sınav ile yüzleşmek üzere..Ne cevap verilecekti, evde bekleyen yaşlı anneye ve o küçücük meleğe..İnsan kendi evinin kapısının zilini çalmaya korkar mı..Korkarmış..Peki ya o kapıyı, yedi yaşında bir küçük çocuk açarsa ve hiçbir şeyden haberi olmadan, bugün akşam gezmeye gidelim mi diye sorarsa...Yüzünü okşadım yavaşça…Yarın dedim, gideriz belki yarın akşama..

Yürek yangını diye bir şey var..Çaresizlik içinde kıvranmak ve ölüm denen en acı gerçekle yüzleşmek diye bir duygu var..Ağlaya ağlaya sabahı etmek, o çok sevdiğinizin yüzünü son kez görmek var bu hayatta…Bu öyle bir bakış ki, kaybettiğiniz insanın her halini siliyor, artık ölümün yüzünden başka bir görüntü kalmıyor beyninizde..Ölen bir sevdiğinizi düşündüğünüz zaman, onu son kez gördüğünüz hali ile hatırlıyorsunuz ne yazık ki..

Ev kalabalık…Sanki acı çoğaldıkça, kalabalıkta çoğalıyor..Yâda gözünüze çok görünüyor insanlar..Üstünüze üstünüze geliyor her taziye..Her teselli..

İşte o geldi..Annesine hasret, ailesine hasret, daha annesine sarılmaya doyamadan, gurbet ele ekmek parası derdine koşmuş en büyük oğlu..En büyük ama aslında o bile daha çok küçük..Henüz 17..Belki 18..İçerideki kadınlar arasında tek bir delikanlı..Anneannesinin dizlerine kapanmış, cicianne dediği teyzesine sarılmış ağlamakta..Kadınlar ağlıyor o ağladıkça, ev ağlıyor, koskoca bir cihan ağlıyor...

Sonra…

Hoca geldi dediler, yıkanacak dediler, en yakınları gelsin dediler, zira bir tas su dökmeliler..

İşte benim hayatımın dönüm noktası..O yüz..Defalarca baktığın, güldüğün, sevip okşadığın, öpmelere doyamadığın o yüz..O beden…Şimdi cansız uzanmakta…Elimde kabaktan oyma saplı bir tas…İçinde sıcak su...Gözlerimde yaş…Bedenimde yas…Çok sıcak değil mi bu su..Hadi canı yanarsa..Orada öylece yatıp duran, ruhu uçup gitmiş, yaratıldığı toprağa kavuşmayı bekleyen bedene bakıyorum son kez…Ve son kez yüzüne..Gözleri kapalı..Fakat o da ne ! Gülümsemiş, hatta gülümsememiş, öylesine gülmüş ki, o bembeyaz inci tanesi dişleri görünmekte…Son nefesinde gülümsedi belki de kendini bekleyen cennete..

İşte o son bakış..O son görüntü..Tam 16 yıl sonra bile, aynı acıyla, aynı gözyaşıyla gözlerimin önünde..Unutmadan, azalmadan..

Perişan olmak budur işte…Kahrolmak budur…Ölümün heybeti karşısında küçücük kalmak budur…Benliğimden sıyrıldım, kimliğimden, mesleğimden, malımdan mülkümden sıyrıldım, çırpınarak ağlayan annemi alarak döndüm iki sokak ötedeki artık bomboş kalmış evin içine doğru..

Ama hayır..kefene bile sığmaz bazı hasretler..Kapanmıştır artık dünyaya bakan o pencere..Yıkanmıştır, kefenlenmiştir cenaze..Ama dinlemez gurbet elden gelen delikanlı kimseyi..Açın der kefeni..Görmeliyim annemin yüzünü…Etraf şaşkın, hoca şaşkın..Hayır der kapatıldı kefen..Açılmaz bu saatten sonra...Dinlemez delikanlı..Açın der, son kez göreyim..Hoca kıyamaz..Yüzünün olduğu kısmı açar kefenin…Bakar delikanlı hasretle annesinin yüzüne..Dayanamaz kapanır üstüne.. Gömer yüzünü yüzüne..Hıçkıra hıçkıra ağlar kaybettiği biricik annesiyle, kendi derdine..Kalk der hoca, yapma, değmesin gözyaşın annenin tenine..Sonra zorla alırlar, uzaklaştırırlar delikanlıyı gözyaşı döke döke…

Kalır geride üç masum melek.. Biri 17, diğeri 15, diğeri 7 yaşında.. Biz onları emanet biliriz, kardeş biliriz, sevda biliriz… Biricik teyzemizin sevgisini, özlemini, hasretini onlarla yaşar, onlara ömür isteriz…

Paramız eksilir, malımız mülkümüz eksilir, bazen sağlığımız eksilir, hepsi yerine gelir, ama yürekten sevdiğiniz bir insanın eksikliği ömür boyu hissedilir..Hele bu anne ise, sadece eksilmez hayatınız, uçurumdan aşağı düşersiniz…

Hayat biter... Ömür biter…Geride kalanların acısı bitmez bir tek..

Canım teyzeme…16 yıl sonra bile, bir zerre azalmayan,acısı ve özlemiyle..


Siyah İnci’den gözyaşlarıyla…

www.twitter.com/blackpearl42



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder