Sofrada balık vardı..Oturmuştuk
yere .Yerdeki sofranın çevresine sevdiklerimiz, gözünün içine bakıp iyiliğini
istediklerimiz sıralanmıştı. Çorbalar içildi, balığa geldi sıra..Balık yemek
zordu, küçücük bir kılcık takılıverirdi boğazına bazen insanın. Bazen de
boğazına dururdu her yemek insanın…Şiddetli bir öksürük nöbeti geçirip, bir
damla nefese hasret sevdiğinizin gözlerine bakarken ne yemek gelirdi aklınıza,
ne balık, ne ekmek, ne su..
Usulca çekildi sofradan, kalktı
yerine uzandı..Sırt üstü yattı önce, sonra arkasını döndü..hiç saçı kalmamıştı
başının arkasında..Başının arkasındaki boşlukta dalga dalga, gür saçlarını
hayal ettim önce..Sonra sırt üstü yattı yine..Nasıl erirdi insan dört ayın
içinde..İncecik, çelimsiz bir kız çocuğu kadar kalmıştı adeta..Sağ elini
kaldırıp, kanepenin kenarına koydu, o derin derin nefes almaya çalışırken, önce
gözlerimiz çekildi sofradan, sonra ellerimiz..Onun her bir nefes için yakarışı,
bizim içimize düşen bir kor ateş oldu adeta..Bilir misiniz ne demektir, en
sevdiğiniz gözünüzün önünde erirken sizin sadece seyretmek zorunda olmanız..Bilir
misiniz, canınızı bile vermeye hazırken, bir damla nefes bile verememiş olmanız..Ne
sofra kaldı, ne ekmek, ne balık..Öylece ortada kendi kendine soğudu
yemek..Bizim içimiz derin bir ateşle yanarken..
Doktora haber edildi hemen, yedi
nefes başında çırpınırken, bir damla nefes için çırpınana..Doktoru geldi,
baktı, dinledi, gençti, yerinde bile duramayan bir doktordu, ama hayır, onunda
yoktu işte verecek bir damla nefesi..
Hemen hastaneye kaldırmamız lazım
dedi, solunum yetmiyor artık..Apar topar götürdüler, eşi ve kız kardeşi
nezaretinde. Biz kaldık evin içinde iki kız… Yaşlı bir anneanne ve biri onbeş
diğeri yedi yaşında iki emanetle..Üçüncü emanet ise çok uzaklardaydı, ekmeğinin
derdinde..
Sabah oldu, gün doğdu..Kimine
şimşek hızı ile geçti, kimine bir asır kadar uzun..İyi haber bekleyen için hep
uzundur her dakika..Akşamı zor ettim..Cep telefonu yok o zamanlar..Bütün gün
hastaneden ve o servislerin çoğu zaman açılmayan telefondan haber almaya
çalıştım..Çocukları gelmişti yanına..Küçük oğlunu almamışlardı...Nefesi
düzensizdi..Kan kalmamıştı bedeninde..Sürekli kan veriliyordu..Kalbi yetişmeye
çalışıyordu bu insan yapısı müdahaleye…Annem başındaydı, eşi kapı önünde
beklemede..
İş çıkışı..Hava çok soğuk..Kolay değil kışın
ortası..Aralık ayının 16’sı..Kardeşimle buluştuk hastaneye gitmek için..Haber
yok..Telefon yok..Minibüs yok..Ne kadar bekledik kim bilir. Zaman bazen bütün anlamını
yitiriyor..Hastane yolu uzadı, diller sustu, yürekler dua etti..
Yokuş..kocaman bir yokuş
hastaneye inen yol..Biz koşarcasına inerken o yokuşu, ağır ağır çıktı araba
yokuştan..Bu plaka..Yabancı değil..Bu araba..hiç değil…Ya o önde oturan
adam..Neden ağlıyor hıçkıra hıçkıra..Araba yanımızda durdu..Soğuk değildi bu
defa içimizi donduran...Gözyaşları içinde söylenen birkaç kelimeydi sadece bizi
bizden alan…Kaybettik, annenizi teskin edin..
Araba uzaklaştı, biz kalakaldık
karanlığın ve soğuğun ortasında..Kardeşime baktım, yok dedi yanlış anladık
bence…
Koşarak girdik hastaneye, nöbetçiye
aldırmadan, asansöre binmeyi bile akıl edemeden..Gündüzden ezberlemiştik sanki
o servisi, o odayı..Hızla yukarı koşarken gördük onu..En yakın aile
dostları..Durdu karşımızda ve tekrar etti o kanımızı donduran cümleyi..Başınız sağ
olsun..
Odasına koştuk dinlemeden,
duymadan, inanmadan..Boş yatağa baktık önce, sonra da yavaşça ilerledik karşı
odadan gelen sese…Annem çırpınıyordu, annem ağlıyordu, annem sanki her damlada
eriyor, bitiyor, eksiliyordu..Bir kanadı kırılmıştı, kolay mı..Canı, can
yoldaşı, hayatının en önemli insanı, iyi günde kahkahasının, kötü günde
derdinin ortağı, kız kardeşi, ellerinin, avuçlarının, sevgisinin kurtarmaya
yetemediği fedakâr insan, yürümüştü nurdan bir cennetin içine..Bizi cehennemin
en derinine atarak..
Ağladık, çırpındık ne çare..Her
dakika, bu anın korkusuyla geçmiş tam 6 yıl..Kâh iyi olmuş, kâh ağrılar içinde
kalmış, taşıdığı bebeğinin hatırına hastalığının ilerlemesine aldırmamış,
kocaman bir yürek, kocaman bir anne, kocaman bir teyze..
Çaresiz ve bomboş ellerle döndük
eve..Asıl büyük sınav ile yüzleşmek üzere..Ne cevap verilecekti, evde bekleyen
yaşlı anneye ve o küçücük meleğe..İnsan kendi evinin kapısının zilini çalmaya
korkar mı..Korkarmış..Peki ya o kapıyı, yedi yaşında bir küçük çocuk açarsa ve hiçbir
şeyden haberi olmadan, bugün akşam gezmeye gidelim mi diye sorarsa...Yüzünü
okşadım yavaşça…Yarın dedim, gideriz belki yarın akşama..
Yürek yangını diye bir şey var..Çaresizlik
içinde kıvranmak ve ölüm denen en acı gerçekle yüzleşmek diye bir duygu
var..Ağlaya ağlaya sabahı etmek, o çok sevdiğinizin yüzünü son kez görmek var
bu hayatta…Bu öyle bir bakış ki, kaybettiğiniz insanın her halini siliyor,
artık ölümün yüzünden başka bir görüntü kalmıyor beyninizde..Ölen bir
sevdiğinizi düşündüğünüz zaman, onu son kez gördüğünüz hali ile hatırlıyorsunuz
ne yazık ki..
Ev kalabalık…Sanki acı
çoğaldıkça, kalabalıkta çoğalıyor..Yâda gözünüze çok görünüyor
insanlar..Üstünüze üstünüze geliyor her taziye..Her teselli..
İşte o geldi..Annesine hasret,
ailesine hasret, daha annesine sarılmaya doyamadan, gurbet ele ekmek parası
derdine koşmuş en büyük oğlu..En büyük ama aslında o bile daha çok küçük..Henüz
17..Belki 18..İçerideki kadınlar arasında tek bir delikanlı..Anneannesinin
dizlerine kapanmış, cicianne dediği teyzesine sarılmış ağlamakta..Kadınlar
ağlıyor o ağladıkça, ev ağlıyor, koskoca bir cihan ağlıyor...
Sonra…
Hoca geldi dediler, yıkanacak
dediler, en yakınları gelsin dediler, zira bir tas su dökmeliler..
İşte benim hayatımın dönüm
noktası..O yüz..Defalarca baktığın, güldüğün, sevip okşadığın, öpmelere
doyamadığın o yüz..O beden…Şimdi cansız uzanmakta…Elimde kabaktan oyma saplı
bir tas…İçinde sıcak su...Gözlerimde yaş…Bedenimde yas…Çok sıcak değil mi bu
su..Hadi canı yanarsa..Orada öylece yatıp duran, ruhu uçup gitmiş, yaratıldığı
toprağa kavuşmayı bekleyen bedene bakıyorum son kez…Ve son kez yüzüne..Gözleri
kapalı..Fakat o da ne ! Gülümsemiş, hatta gülümsememiş, öylesine gülmüş ki, o
bembeyaz inci tanesi dişleri görünmekte…Son nefesinde gülümsedi belki de
kendini bekleyen cennete..
İşte o son bakış..O son
görüntü..Tam 16 yıl sonra bile, aynı acıyla, aynı gözyaşıyla gözlerimin
önünde..Unutmadan, azalmadan..
Perişan olmak budur işte…Kahrolmak
budur…Ölümün heybeti karşısında küçücük kalmak budur…Benliğimden sıyrıldım,
kimliğimden, mesleğimden, malımdan mülkümden sıyrıldım, çırpınarak ağlayan
annemi alarak döndüm iki sokak ötedeki artık bomboş kalmış evin içine doğru..
Ama hayır..kefene bile sığmaz
bazı hasretler..Kapanmıştır artık dünyaya bakan o pencere..Yıkanmıştır,
kefenlenmiştir cenaze..Ama dinlemez gurbet elden gelen delikanlı kimseyi..Açın
der kefeni..Görmeliyim annemin yüzünü…Etraf şaşkın, hoca şaşkın..Hayır der
kapatıldı kefen..Açılmaz bu saatten sonra...Dinlemez delikanlı..Açın der, son
kez göreyim..Hoca kıyamaz..Yüzünün olduğu kısmı açar kefenin…Bakar delikanlı
hasretle annesinin yüzüne..Dayanamaz kapanır üstüne.. Gömer yüzünü
yüzüne..Hıçkıra hıçkıra ağlar kaybettiği biricik annesiyle, kendi derdine..Kalk
der hoca, yapma, değmesin gözyaşın annenin tenine..Sonra zorla alırlar,
uzaklaştırırlar delikanlıyı gözyaşı döke döke…
Kalır geride üç masum melek..
Biri 17, diğeri 15, diğeri 7 yaşında.. Biz onları emanet biliriz, kardeş
biliriz, sevda biliriz… Biricik teyzemizin sevgisini, özlemini, hasretini
onlarla yaşar, onlara ömür isteriz…
Paramız eksilir, malımız mülkümüz
eksilir, bazen sağlığımız eksilir, hepsi yerine gelir, ama yürekten sevdiğiniz
bir insanın eksikliği ömür boyu hissedilir..Hele bu anne ise, sadece eksilmez
hayatınız, uçurumdan aşağı düşersiniz…
Hayat biter... Ömür biter…Geride
kalanların acısı bitmez bir tek..
Canım teyzeme…16 yıl sonra bile,
bir zerre azalmayan,acısı ve özlemiyle..
Siyah İnci’den gözyaşlarıyla…
www.twitter.com/blackpearl42