Sıcak günler ve Ramazan ayı. Oruç
tutmak hiç bu kadar zor olmamıştı. Her sene on gün öncesinden başlayan Ramazan
ayının çocuklar üzerindeki o manevi havası benim çocukluğumda öylesine derinden
hissedilirdi ki. Büyüdükçe azalıyor mu bazı duygular, ya da duygularımız da
bizler gibi olgunlaşıp daha farklı lezzetler almamızı mı sağlıyor bilinmez. Ama
Ramazan’ın benim çocukluğumda yeri bambaşkaydı elbette her çocuk gibi. Hepimiz
gibi.
Hava bile farklı kokardı Ramazan
ayında. Benim büyüdüğüm mahallede böyle yüksek binalar yoktu. Hoş, o zamanlar
yüksek bina pek yoktu ayrı konu. Bahçe içindeki iki katlı evimizde kalabalık
bir aile halinde yaşardık. Babaannem, dedem, annem, babam, kardeşim ve ben.
Eskiden büyüklere başka türlü saygı gösterilir, sözleri dinlenirdi. Şimdiki
gibi sinir olunan, dalga geçilen, istenmeyen, evde fazladan bir eşya muamelesi
gören kişiler değildi onlar. Varlıkları bereketli, ağızları dualı, yaşamaları
bizler için sevinç kaynağı büyüklerimizdi. Mahallenin birkaç yaşlısından
biriydi babaannem. Yaşlı ama hani o içindeki çocuk yaşlanmayan türlerdendi.
Nasıl enerji dolu, neşe dolu bir kadındı. Mis gibi kokardı her zaman, başında
beyaz namaz bezi eksik olmazdı, elinde de Kur’an. Annemle aralarında anne-kız
gibi geçinirlerdi, ne annem ona saygısızlık eder, ne babaannem annem için kötü
bir söz söylerdi. Anneme yardım edebileceği bir şeyler varsa eder, yoksa ya odasındaki
divanında oturur, kâh namaz kılar, kâh Kuran okur, ya bahçeyi eker, diker,
toprakla haşır neşir olur, annemin işi bitince de beraber ya komşulardan birine
giderler, ya karşılıklı sohbet ederler, ya da gelen bir misafir varsa onu
ağırlarlardı. Bilgili, görgülü kadındı babaannem. Ama her lafın ortasına ben
biliyorum diye atlamaz, sırası gelirse konuşurdu.
Dedem, babaanneme nazaran biraz
daha otoriterdi. Babamdan çok dedemden korktuğumuzu hatırlıyorum, biz ondan çok
korkardık ama o bizi çok severdi. Sık sık kucağına alır, bizi öper, okşar ama
illaki severken canımızı da acıtırdı. Özellikle boynumuza küçücük çimdikler
atar, sonra biz yüzümüzü buruşturunca kahkahalarla güler ve eğilip öperdi.
Aslında bizi öpmek için yapılmış bu sevimli hareket, biz kocaman gençler
olduğumuzda da devam etti. O boynumuza atılan çimdik, dedemin bize olan
sevgisinin bir işaretiydi sanki.
Ve Ramazan ayı geldiğinde bizim
ev bambaşka bir sevince ve heyecana bürünürdü. Dedem varlıklıydı, bunu hiç
belli etmeyi sevmese de. Çocukluğumuz bereket ve bolluk içinde geçerdi ama bu
bereket ve bolluk en çok Ramazan’da kendini gösterirdi. Ramazan’ın ilk
günlerinde çuval çuval erzak gelirdi eve. Mutfak, bizim evden bağımsız ayrı bir
dünya idi sanki. Evin kapısından girer girmez, sağda mutfak kapısı yer alır ve
iki üç basamak merdiven ile aşağı inilirdi. Burası bizim günlük mutfağımızdı.
Genellikle, ailecek yiyeceğimiz zaman yemekler burada pişerdi. Mutfağın ilerisinde
ikinci bir kapı vardı ki, burası ana mutfak dediğimiz büyük mutfağa açılırdı.
Orası daha büyük işler, daha çok misafirler için yapılmış bize göre devasa bir
yerdi. Kocaman dev silindirler halinde, buğday, pirinç, kuru baklagil ve buna
benzer erzak sıralanırdı. Kocaman iki tane buzdolabı, ağzına kadar dolu olurdu.
Yerde üç tane simsiyah kocaman kazanlar, işte Ramazan gibi mübarek günlerde
fakir fukara için kaynardı.
Ramazan’da gelen erzaklar
öncelikle paketlere ayrılırdı, mahallede, yakın mahallelerde durumu iyi olmayan
kim var ise, dedem zaten bunları hep bilirdi. Her bir çuvalın içine gelen
erzaktan uygun miktarlarda konulurdu. Herkesin nüfusuna ve maddi durumuna göre
çuvallar dolusu erzak hazırlanır, babam işyerinden getirdiği küçük kamyonetin
arkasına akşam namazından sonra yükler ve dağıtırdı. Aile dışındaki bir başkası
asla bu mutfağa alınmaz, kime ne hazırlandığını bilmez, bizler de sımsıkı
tembih edilirdik. Hazırlanan çuvallar mutlaka akşam dağıtılırdı ki, kimse
görmesin bilmesin. Dağıtıma ben mutlaka giderdim çünkü bana göre çok eğlenceli
bir işti bu. İhtiyaç sahibi ailenin kapısına yanaşır, çuvalı koyardı babam.
Sonra arabaya biner ve bana göz kırpardı gülerek. Hemencecik fırlardım arabadan
ve zillerine basardım. Sonra koşa koşa arabaya biner ve hızla uzaklaşırdık
oradan. Bana göre neşeli bir oyun olan bu durum, aslında yardım ettiğimiz
kişilerin incinmemesi adına yapılan bir güzellikti sadece. Dedem bu konuya çok
itina gösterir, ihtiyaç sahibinin rencide edilmemesi gerektiğini söylerdi.
Mahallede herkes, o gizli hayırsevere dua ederken bizim ruhumuz huzur ve neşe
dolardı.
Ramazan, mahallenin çocukları
için aynı zamanda masal demekti. Çünkü ikindi namazından sonra babaannem,
pencerenin önündeki sandalyesine oturur, komşuların çocukları ile beraber biz
yere sıralanır, kafamız yukarda, gözlerimiz babaannemde, ağzımız yarı açık,
onun anlattığı masalları dinlerdik. Bazen öylesine güzel masallar anlatırdı ki
ve ben öylesine kıskanırdım ki babaannemi öbür çocuklardan. Sadece bana
anlatsın isterdim o güzel masalları, hiç kimse duymasın, o anlatsın, ben
dinleyeyim, sadece ikimize ait olsun o masal. Ama ne zaman babaannemin yanına
gidip masal istesem, bembeyaz namaz bezinin ucundan kıyısından görünen aklaşmış
saçlarının ortasından iki engin deniz bana gülerek bakar ve olmaz derdi
gülümseyerek, arkadaşların gelsin hep beraber anlatalım, hem yorma beni şimdi,
yoksa anlatamam arkadaşlarına, üzülürler. Ben biraz hayal kırıklığı, biraz
keyfi kaçmış şekilde, dakikaları sayar ve masal vaktinin gelmesini beklerdim çaresiz.
Soframızda çok kalabalık ve
bereketli olurdu Ramazanlarda. Misafir eksik olmazdı evimizden. Ramazanda hiç
ailecek iftar ettiğimizi hatırlamam. Mutlaka bir akrabamız, tanıdığımız,
komşumuz olurdu yemekte. Önemli olan o berekete ulaşmaktı, o muhabbeti,
sevgiyi, saygıyı korumaktı. Eskiden iftar sofrası dediniz mi her zamankinden
biraz daha fazla özenilirdi. Börekler açılır, baklavalar yapılır, güllaç
mutlaka pişirilir, salatalar, turşular özenle yerleştirilirdi sofraya. Ve
olmazsa olmazımız Ramazan Pidemiz. Mahallemizin emektar fırıncısı Sabri amcanın
elinden çıkmış, mis gibi yumurtalı susamlı pide. Sanki Ramazan, pide demekti
bizim için. Sadece Ramazan’da yapılırdı, o zaman yenirdi. Başka zamanlarda
aklımıza bile gelmeyen pide, Ramazan’da normal ekmeğe alaycı bir bakış atıp,
onun tahtına kurulurdu.
Ve Ramazan pidesi şüphesiz benim
çocukluğumun en nadide maceralarından birini de beraberinde getirir. Sekiz
yaşımın ve ilk orucumun heyecanı ile başlayıp koskocaman bir kâbusa ve vicdan
azabına dönüşen o günü nasıl unutabilirim ki. Kardeşim ile aramızda iki yaş var.
O benden iki yaş küçük. Ben sekiz yaşımın içindeyken rastladığımız Ramazan’da
oruç tutmanın heyecanı ve bir o kadar da gururu içerisindeyim. Kardeşim henüz
altı yaşında olduğu için ona izin yok. Nasıl hevesleniyor, ben o heveslendikçe
nasıl havalara giriyorum anlatamam. Dedem her ikimizle de anlaşma yaptı, bu
anlaşmaya göre kardeşim sabah kalktıktan sonra öğlene kadar hiçbir şey
yemeyecek, öğlen ilk orucunu açacak, sonra akşama kadar yine bir şey yemeyecek
ve akşam yemeğinde ikinci orucunu da açacak. Ben ise tüm gün oruç tutacağım.
Orucunu düzgün tutana akşam dedemden hediye var. Büyük ihtimal ile bir miktar
harçlık, harçlıktan daha da güzeli susamlı helva..Çocukluğumuzun en lezzetli
tadı. İncecik plakalar halinde üzeri susamla kaplı çıtır çıtır helva, büyük
alışveriş merkezlerinin ve yüzlerce çeşit yiyeceğin olmadığı zamanlarda bizim
için en güzel hediyeydi şüphesiz.
Oruç günümüz geldi. Hep beraber
sahura kalktık annemlerle. Ala uykulu,annemin yaptığı böreği ve vişne
kompostosunu yedik. O sıcacık, incecik açılmış böreğin tadı hala damağımdadır..
Orucum başlarda çok iyi gitti.
Sahura kalkmış olmanın da etkisiyle neredeyse öğlene kadar uyudum. Damağımda
kuruluk ve boğazımdaki bir miktar acıma hissi ile uyandığımda ilk aklıma gelen
oruç olduğumdu. İçim neşeyle dolmuştu, bugün büyük bir sınav verecek ve
başaracaktım. Akşama da kesin ödüllendirilecektim.
Yaz günü..Hava öylesine sıcaktı
ki oturduğumuz yerde bile buram buram ter döküyorduk. İçimde çok fazla açlık hissetmesem
de, müthiş susamıştım. Dilim damağım kurumuş birbirine yapışmıştı adeta.
Üstelik kardeşim ilk orucunu açmış, gözümün önünde koca bir bardak suyu
midesine indirmişti. Babaannem, dedem, annem hepsi bana daha bir sevgiyle ve
şefkatle yaklaşıyor, dayanma gücümü artırmaya çalışıyorlardı. Öğlenden sonra
biraz daha rahatladım. Bedenim açlık ve susuzluğa isyan etmeyi bırakıp, oruca
teslim olmuştu. Bu durum beni biraz kendime getirdi. Kardeşimle biraz bahçede
oynadık, sularla oynaştık. Her zaman bu durumdan pek hoşlanmayan annem bile
bize katıldı, beraber güle oynaya şakalaştık sularla ve birbirimizle.
Akşamüzeri..Annem elinde üç tane
yumurtayla çıkageldi. Hadi bakalım dedi, fırına gidip pide yaptırın iki kardeş.
Hem vakit geçmiş olur iftara kadar. Nasıl fırladık ikimizde anlatamam. Aldık
elimize susamı ve yumurtaları fırına doğru koşmaya başladık. Hala düşünüp
bulamam, neden koşuyordum? Acaba bir an önce pideyi yaptırırsam, iftar vaktinin
de hemen geleceğini mi düşünmüştüm...Bilinmez. Tek bildiğim, ayağımın aniden
tökezlediği ve yere kapandığım, elimden yumurtaların kayarak düştüğü idi.
Kardeşim nefes nefese yetişti bana. Gördün mü yaptığını dedi, ne acelen var ne
koşuyorsun. Ama iş işten geçmişti. Eve dönüşte anneme bunu nasıl anlatacaktım.
Bak şimdi olanlara. Oruç tutup ödüllendirileceğim derken, birde üç yumurtayı
kırıp ceza alacaktım. Yumurta için ceza vermezdi annem,ama öyle deli gibi
koştuğum, yerlere kapaklanıp üstümü başımı rezil ettiğim, üstelik kardeşimi
beklemediğim için çok kızacaktı eminim. Hızlıca düşündüm. Sonra kardeşimi
kaldırımın kenarına oturttum. Sen beni burada bekle..Ben evden yumurta alıp
geleceğim tekrar dedim..
Tekrar eve koştum. Yavaşça açtım
bahçe kapısını..Bahçede kimsecikler yoktu ama büyük mutfağın kapısı açık.
Babaannemin yarısı görünüyor. Annemin de sesi geliyor. Besbelli iftar için
hazırlık yapıyorlar beraber..Görünmeden usulca evin içine girdim. Üst kata
çıkan ahşap merdivenlere koştum. Odama çıktım. Bayram için alınan ceketimin
cebinde, dün akşam iftara gelen misafirlerin verdiği üç beş lirayı aldım
avucumun içine. İçim cız etti. Balon alacaktım ben bu paraya, oysa şimdi
yaramazlığımın cezasını çekiyordum işte. Balonlar yumurtaya dönmüştü aniden..Fazla
düşünmedim,hızla aşağı inip bahçeyi tekrar kolaçan ettim ve yine görünmeden
evden çıktım. Şimdiki durağım bakkal Nazım amcaydı. Deli gibi koşuyordum,
saçlarım terden sırılsıklamdı, şıpır şıpır ter döküyordum. Ağzım,dilim damağım,
boğazım kupkuru olmuştu. Bakkaldan yumurtaları alıp kardeşimin yanına koştum.
Telaşlı ve meraklı gözlerle beni bekliyordu. Fırına doğru koşmaya başladık ama
kardeşimin elini de tutmuştum bu sefer.
Fırına geldik, sıraya girdik. Tam
o anda gördüm mahallenin çeşmesini. İki üç çocuk su dolduruyordu, akan sudan
gözümü alamıyordum. Yüzüm kıpkırmızı olmuştu sıcaktan, bacaklarım titriyordu,
dermanım kalmamıştı. Kardeşime beklemesini söyleyip çeşmeye koştum bu sefer.
Dayadım ağzımı çeşmenin musluğuna, kana kana içtim buz gibi suyu. Ne oruç vardı
aklımda, ne ödül, ne ceza, ne günah, ne sevap..Kana kana içiyordum suyu. Sular
dudaklarımın kenarından süzülüp boynuma doğru akıyor, içim ferahlıyor, kendime
geliyordum. Doya doya içtim suyu ve yüzümü yıkadım güzelce. Saçlarımı ıslattım.
Serinlemiş ve rahatlamış olarak kardeşimin yanına döndüm. Orucun bozuldu dedi
kardeşim. Hayır, bozulmadı dedim, akşam oldu zaten..Ama kendim de biliyordum ki
orucum bozulmuştu. Ne bunu kendime yedirebiliyor, ne kardeşime fırsat vermek
istemiyordum. İçim bir kez daha cız etti. Ama bu cız, balon paramın yumurtalar
için harcanmasından dolayı oluşandan daha kuvvetliydi..
Akşam iftar soframızda ayrı bir
neşe vardı. Özellikle dedem ve babaannem çok neşeliydi. Hikâyeler anlatıyorlar,
şakalar yapıyorlardı. Bir tek ben bu neşeden payımı alamamıştım. İftarımızı
yapmıştık. Onlara orucumu bozduğumu söylememiştim, kardeşim gözümün içine
bakarken..Ama kendimi de hiç iyi hissetmiyordum. Annem bir ara durgunluğumu fark
etti, ama babam orucun etkisi olduğunu söyledi. Ben ise hiç konuşmuyor,
yutkunamıyordum bile. Boğazıma oturmuştu her şey adeta.
Yemekten sonra dedem yanına
çağırdı kardeşimle beni. Önce ikimize de güzel birer paket verdi, içinden uzun,
kat kat fırfırlı, şıkır şıkır boncuklar ve tüllerle süslenmiş, biri pembe,
diğeri lila, rüya gibi iki elbise çıktı. Sonra da avucundaki paraları uzattı
bize…Aldım parayı ama içimdeki o cız var ya..Artık boğazımda koca bir düğüm
olmuş, gözlerime doğru yükseliyordu. Ben hak etmemiştim ki bu parayı. Sözümü
tutamamıştım. Dedemin neşeli sesiyle kendime geldim. Haydi, bakalım dedi giyin
elbiselerinizi bakalım nasıl olacak, sonra da sizi dondurma yemeğe götüreceğim.
Kardeşim adeta uçarak, ben ise süklüm büklüm çıktım odadan. Odamıza geldik,
kardeşim elbisesini giyerken ben orada öylece elimdeki paraya bakıp kalmıştım.
Kardeşim bana baktı ve üzülme yarın yine tutarsın dedi. Ben söylemem kimseye
merak etme dedi. Hediyeler öylesine güzeldi ki, besbelli oda bunları kaybetmeme
razı olmamış, suçuma ve sırrıma ortak olmayı seçmişti.
Ama hayır..Avucumu alev alev
yakıyordu o paralar işte. O şahane elbise gözüme bir çuval gibi görünüyordu.
Daha fazla dayanamadım, ağlayarak aşağıya koştum, dedemin boynuna sarıldım. Ben
dedim hıçkırarak, ben bugün orucumu bozdum dedeciğim. Çünkü annemin verdiği
yumurtaları yanlışlıkla kırdım, sonra eve koştum, harçlığımı aldım, bakkala
koştum, yeniden yumurta alıp fırına gittim ama çok yoruldum, hava çok sıcaktı,
dayanamadım. Bu parayı hak etmedim, elbiseyi de hak etmedim dedeciğim ben..Sözümü
tutamadım, üstelik Allah ta bana çok kızdı biliyorum, ama dayanamadım..Hem
ağlıyor, hem anlatıyordum. O kadar dolmuştum ki o üç dört saat içinde, içimdeki
sevinç koskocaman bir kâbusa dönüşmüştü birden bire.
Dedem önce ellerimi tuttu, sonra
yüzümü ellerinin arasına aldı. Alnıma gözlerime öpücükler kondurdu..Ah benim
güzel kuzum dedi, sen öylesine hak ettin ki o hediyeleri…Şaşırmış bir halde ona
baktım. Elbette ki dayanamayacaksın dedi, daha çok küçüksün, üstelik sen bütün
gününü oruçlu geçirdin ve en önemlisi dürüst davrandın, bu kadar küçük yaşta,
bu kadar büyük bir vicdana sahip olduğun için, sen o hediyelerden çok daha
fazlasını hak ettin meleğim..
Rüya mı görüyordum
acaba..Kızmamışlardı, anneme, babama, babaanneme baktım, hepsi sevgiyle ve
gülümseyerek bakıyorlardı bana. Tam o sırada boynumda küçücük bir acı
hissettim. Dedem yine çimdiklemiş ve sonrasında boynuma sımsıkı sarılmış,
kucaklamış, koklamıştı beni..Çok sonraları öğrenecektim aslında camiden dönen
dedemin, beni çeşmeden su içerken gördüğünü, ama benim anlatıp anlatmayacağımı
denemek için hiç seslenmeden, görünmeden eve gittiğini..
Ve ilk orucumu, hüsranla karışık
bir mutlulukla, bana aç kalmaktan önce dürüst olmayı öğrettiği için, hayatımın
her Ramazan’ında, dudaklarımda bir gülümseme olarak hatırlar, artık bizimle
olmayan dedemi ve babaannemi sevgiyle anarım..
Siyah İnci’den sevgiyle…
www.twitter.com/blackpearl42
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder